PAZARCIKLI HEMŞEHRİMİZ PROF. DR. AHMET AK İLE İSLAM’DA ŞEFAAT ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ (2)
Ahmet SANDAL: Değerli Hemşehrim, Ahmet Bey, Pazarcık Havadis Gazetesi okuyucuları için sizinle bir söyleşi, bir röportaj gerçekleştireceğiz. Öncelikle bize bu fırsatı verdiğiniz için okuyucularımız ve tüm Hemşehrilerimiz adına size hassaten teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Ahmet AK: Değerli Hemşehrim, Ahmet Sandal Bey, Pazarcık Havadis Gazetesi’nin değerli okuyucuları ve kıymetli hemşehrilerimle buluşma imkânı verdiğiniz için asıl ben size ve Pazarcık Havadis Gazetesi’nin bütün yetkili ve çalışanlarına ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Ahmet SANDAL: Değerli Hocam hayat hikâyenizi ve öncelikle çocukluk ve gençlik yılları olmak üzere mesleğinizin bu noktasına kadar olan gelişmeleri bize anlattınız. O bilgileri ve sizin anlatımlarınızı geçen hafta yayınladık. Gazetemiz okuyucuları için elbette bu bilgiler önemliydi. Ancak, bu bilgilerle birlikte sizden “İslam’da Şefaat” konusu üzerine bilgi talep etmek isteriz. Hocam siz Ülkemizde “İmam Maturidi” hakkında en kapsamlı çalışmaları gerçekleştiren hocalarımızdan birisisiniz. Bize başta İmam Maturidi hakkında ne gibi bilgiler sunmak istersiniz.
Prof. Dr. Ahmet AK: Değerli Hemşehrim Ahmet Sandal Bey, İmam Mâturîdî, İmam-ı Azam Ebû Hanife’nin vefatından yaklaşık bir asır sonra bugünkü Özbekistan’ın Semerkant şehrinin Mâturît köyünde 944 yılında dünyaya gelen büyük bir Türk âlimidir. O, engin zekâ ve yüksek anlayışıyla iyi bir tahsil gördükten sonra Ebû Hanife’nin itikâdî görüşlerini geliştirip sistemleştirmiştir. Aynı zamanda aklî ve naklî delillerle araştırıp sorgulayarak her şeyin mümkün olan en iyisinin yapılmasını isteyen; problemlerin akıl ve tefekkürle çözülmesini tavsiye eden; kardeşlik ve eşitlik, birlik ve beraberlik, barış ve adalet anlayışı üzerine kurulu İslam anlayışını savunmuştur. Maturidilik konusu çok önemli ve uzun bir konudur. Bu konuda Türkiye’de önemli çalışmalar yapılmıştır. Bizim de bu konuda Hanefî-Maturidi Âlimlerine Göre Şefaat Kitabı’nın yanı sıra Büyük Türk Âlimi Maturidi ve Maturidilik ile Selçuklular Döneminde Maturidilik adlı kitaplarımız ve çok sayıda makalemiz yayımlandı.
Ahmet SANDAL: Değerli Hocam aklımda “İmam Maturidi ve Şefaat” konusu üzerinde biraz sonra bilgi vereceksiniz sanırım. Bundan önce Kur’an’da ve Hadislerde şefaat üzerine ne gibi açıklamalarınız olacaktır.
Prof. Dr. Ahmet AK: Ahmet Bey, İslâm’ın en temel iki kaynağı olan Kur’an-ı Kerîm ve Hadis kitaplarında şefaatle ilgili birçok âyet-i kerime ve hadis-i şerif bulunmaktadır. Allah’ın izni ile şefaatin olacağına ve müminlere fayda vereceğine dair ayetlerin sayısı 25 civarındadır. Allah’ın izin vermediği takdirde şefaatin olmayacağına dair de 5-6 ayet vardır. Şefaatin Allah’ın izni doğrultusunda olacağına dair ayetlerden bir kısmı: “O’nun izni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine?” (Bakara Suresi 255). “O gün Rahman’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.” (Taha Suresi 109). “O’nun huzurunda, izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” (Sebe 34/23). Allah izin vermediği takdirde şefaatin olmayacağına dair ayetlerden bir kısmı: “Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez. Hiçbir kimseden herhangi bir şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz. Onlara yardım da edilmez.” (Bakara Suresi 48). “Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.” (Müddessir Suresi 48).
Şefaat ile ilgili hadis-i şeriflere gelince, bu konuda onlarca rivayet vardır. Bu rivayetlerin tamamına yakını ahirette şefaatin gerçekleşeceğini haber vermektedir. Bunların en meşhuru “Şefaatim, ümmetimden büyük günahı olanlaradır” şeklindeki rivayettir. Hadis profesörlerinden Nuri Tuğlu Maturidilik ve Hadis adlı kitabının 554. sayfasında şefaat ile ilgili bu rivayetin sahih ve mütevâtir olduğunu belirtmektedir. Bunlardan dolayı İslâm âlimleri arasında şefaatin olacağı hakkında ihtilaf yoktur. Ancak şefaatin manası, faydası, kimlerin şefaat edebileceği ve kimlere şefaat edileceği konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. İmam Azam Ebû Hanife ve İmam Maturidi gibi İslâm âlimlerinin çoğu, şefaatin Kitap, Sünnet ve icmâ ile sabit olduğunu kabul ediyorlar. Bazı İslâm âlimleri ise şefaat ile ilgili nasları farklı şekillerde tevil ederek çok değişik görüşler ileri sürmüşlerdir.
Ahmet SANDAL: Değerli Ahmet Hocam, esasında bu kadar ihtilafa ve tartışmaya hiç gerek yok. Allah’ın izin vermesi halinde şefaat vardır. Allah izin vermezse şefaat yoktur. Zaten ayet ve hadisler de bu yöndedir. Hocam, şimdi merak ettim, şefaat konusunda bu kadar ayet ve hadis olmasına rağmen bu konuda çok farklı görüşlerin olmasını neye bağlıyorsunuz?
Prof. Dr. Ahmet AK: Bu durumu şefaat kavramına farklı anlamlar yüklenmesine, Kur’an-ı Kerîm’e Sünnet’e bütüncül bakılmamasına ve ilgili ayet ve hadislerin bağlamlarından koparılması gibi sebeplere dayandırmak mümkündür.
Ahmet SANDAL: Değerli Ahmet Hocam İmam Maturidi nakil ile akıl arasında dengeci düşünceleriyle bilinir. İmam Maturidi’nin şefaat ile ilgili görüşleri nelerdir?
Prof. Dr. Ahmet AK: Ahmet Bey, gerçekten de İmam Maturidi, akıl-nakil dengesini sağlam bir şekilde kurarak Kitap ve Sünnet’i en iyi anlayan ve yorumlayan İslam âlimlerinden birisidir. 18 yıllık araştırmam sonucunda İmam Maturidi’nin diğer konularda olduğu gibi şefaat konusunu da İslam’ın özüne uygun bir şekilde yorumladığını gördüm. O, görüşlerini ortaya koyarken kavramlara, aklî ve naklî delilere büyük önem verir. Şefaat konusunu da bu çerçevede ele almaktadır. Ona göre şefaat, birinin bağışlanması için Allah’a dua etmek ve bir Müslümanın sıkıntısını gidermektir. (Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, III/359, 360.) Nisâ Suresi 64. âyetinde “Ey Paygamber! Sana gelen müminlerin bağışlanması için istiğfar et” şeklinde geçen ifade, “Müminlere şefaatçi ol” demektir. (Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, III/311.) Ayrıca şefaat, peygamberlerin ve diğer hayırlı kimselerin dua etmelerinden dolayı müminlerin bazı günahlarının Allah tarafından bağışlanması anlamına da gelir. (Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, III/360.) Ahmet Bey, burada çok önemli olan şefaat kavramına dikkatinizi çekmek istiyorum. Biliyorsunuz her devirde kavram kargaşası olmuştur. Fakat günümüzde bu kargaşa daha çoktur. Nitekim günümüzde şefaate, affetmek ve torpil yapmak gibi anlamlar yüklendiğini görüyoruz. Fakat bunların ikisi de yanlıştır. Nitekim ileride geleceği üzere Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in kızı Fatıma (r.a.)’a için söylediği hadis-i şerifte, şefaatin affetmek ya da torpil yapmak anlamına gelmediği açıkça anlaşılmaktadır.
Zira İmam Mâturîdî’ye göre günahları bağışlamak ancak Cenabı Allah’a mahsustur. Hz. Allah’tan başka hiç kimse başkasının günahlarını bağışlayamaz. Bununla birlikte Cenabı Allah, peygamberlere ve salih kimselere müminlerin günahlarının bağışlanması için istiğfarda bulunmalarına izin vermiştir. Hatta bazı ayetlerde, Hz. Allah peygamberlerine ümmetlerinin günahlarının bağışlanması için istiğfar etmelerini emir buyurmuştur. Bu da peygamberlerin ve diğer iyi kimselerin günahkâr müminlere şefaat etmesi anlamına gelmektedir. (Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, VI/422.)
İmam Mâturîdî, şefaatin gerçekleşeceğine dair birçok aklî delil de getirmektedir. Onun bu konuda ortaya koyduğu aklî deliller çoktur. Fakat yer darlığından biz burada sadece ikisinden bahsedeceğiz. Bunlardan birisi şudur: Cenâb-ı Allah, Hz. Nûh ve Hz. İbrahim ile Hz. Muhammed (a.s.)’a hem kendileri için hem de ümmetleri için istiğfarda bulunmalarını emretmiştir. Hz. Allah’ın kabul etmeyeceği bir duayı peygamberlerine emretmesi aklen mümkün değildir. Bir diğeri ise şudur: Eğer büyük günah işleyen mümin hakkında istiğfarda bulunmak helal olmamış olsaydı, Hz. Allah’ın geçmişlerimiz için mağfirette bulunun emrinin hikmeti de olmazdı. Nitekim Allahu Teâlâ, kendi günahlarımız için olduğu gibi ölen geçmişlerimiz için de istiğfarda bulunmayı “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla” (Haşr 59/10.) âyeti ile emretmektedir. (Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, XV/78.)
Ahmet Sandal: Hocam İmam Maturidi, şefaatin yalnız Allah’a ait olması ile ilgili ayeti nasıl açıklıyor?
Ahmet AK: Sandal Bey, İmam Maturidi’ye göre “De ki: “Şefaat (iznini verme yetkisi) yalnız Allah’a aittir. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonunda O’na götürüleceksiniz!” (Zümer 39/44.) âyetinde geçen “Şefaat, yalnız Allah’a aittir” ifadesi, şefaate tam yetkili olan sadece Allah’tır demektir. Diğer bir ifadeyle ancak Allah’ın izin verdiği ve razı olduğu kimseler şefaatçi olur demektir. Allah’ın izni ve rızası olmadıkça hiç kimse şefaat edemez ve ona şefaat de olunmaz demektir. (Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, XII/345, 346.) Ona göre bu ayet, kendisinden önce gelen Zümer Suresi’nin 43. âyetiyle birlikte yorumlandığında daha iyi ve doğru anlaşılır.
İmam Mâturîdî, şefaatin gerçekleşeceğine dair için birçok naklî delil de getirmektedir. Bunları kısaca şöyle özetlemek mümkündür:
Şefaatin Allah’ın İznine Bağlı Olmasıyla ilgili Ayetler
İmam Mâturîdî, bu konuda da birçok ayeti delil getirmektedir. Onlardan bazıları şunlardır:
“O’nun izni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine?” (Bakara 2/255.) “O gün Rahman’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.” (Tâhâ 20/109.) “O’nun huzurunda, izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” (Sebe 34/23.) İmam Mâturîdî’ye göre bu tür âyetler, şefaatin tamamen Allah’ın izni ve rızasına bağlı olarak gerçekleşeceğini açıkça göstermektedir. (Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, XII/345.)
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Şefaatiyle İlgili Ayetler
İmam Mâturîdî’ye göre “Hem kendinin, hem de inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanması için Allah’tan mağfiret dile” (Muhammed 47/19.) ve “Artık onları bağışla ve onların günahlarının bağışlanmasını iste” (Âl-i İmrân 3/159.) ayetleri Hz. Peygamber’e hem kendisi hem de bütün müminler için mağfiret dilemesini emretmiştir. (Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, XIII/401.) Yine ona göre “Şüphesiz, Rabbin sana verecek ve sen de hoşnut olacaksın.” (Duhâ 93/) Âyeti de şefaatin hak oluşunun başka bir delilidir. Bu âyette geçen Hz. Allah’ın Rasülüne vereceği ve onun da razı olacağı şeylerden birisi de şefaattir. (Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, XVII/244, 245.) İmam Mâturîdî, “(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiyâ 21/107.) ayetini de Rasûlullah (s.a.v.)’in âlemlere rahmet olarak gönderilmesini, âlemlere şefaatçi olarak gönderilmesi olarak yorumlamaktadır.
İmam Mâturîdî, meleklerin şefaat edeceğini şu ayetlere dayandırmaktadır:
“Arş’ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ederek tesbih ederler. O’na inanırlar ve inananlar için (şöyle diyerek) bağışlama dilerler: “Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tövbe edenleri ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azabından koru.” (Mümin Sûresi 7) “(Melekler), Allah’ın razı olduklarından başkasına şefaat etmezler.” (Enbiya Sûresi 28) İmam Mâturîdî’ye göre salih kişiler ve salih ameller de şefaatçi olacaktır.
Şefaatin fayda vermeyeceği ve kabul olmayacağı ile ilgili âyetler, putlar, müşrikler, münafık ve kâfirler içindir. İmam Maturidi’ye göre “O müşrikler, Allah’tan başkasına ibadet ederler. Hâlbuki onların ne zararı ne de faydası dokunabilir. Böyle olmasına rağmen müşrikler, putlar, bizim Allah katında şefaatçilerimizdir derler.” (Yûnus 10/18.) ve “Biz ancak, o putlara bizi Allah’a yaklaştırmaları için ibadet ediyoruz derler” (Yunus 10/3.) âyetleri, Allah’ın putların şefaat etmesine izin vermeyeceğine açıkça delalet etmektedir. (Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, XII/344-345; VII/31.) Aynı zamanda bu söz, putlardan şefaat umanlar hakkında zikredilmiş ve adeta müşriklere “Onların şefaatini nasıl umarsınız? Zira onların zerre kadar bir şeye gücü yetmez. Size nasıl şefaatçi olsunlar! demektir.” (Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, XI/423-424.)
“Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez. Hiçbir kimseden herhangi bir şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz. Onlara yardım da edilmez.” (Bakara 2/48.) Ve “Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.” (Müddessir 74/48.) şeklinde geçen ayetler, mutlak olarak şefaatin olmayacağına değil; sadece kâfirlere şefaat olmayacağını göstermektedir. (Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, I/122, 123.) Zira ona göre bu tür ayetlerin, bağlamlarına bakıldığında onların tamamının ya kâfirler ya müşrik ve münafıklar ya da putlarla ilgili olduğu kolayca anlaşılır. Mesela yukarıdaki Bakara suresi 48. âyetinin kâfirlerle ilgili olduğu bir önceki âyet ile birlikte okunduğunda daha iyi anlaşılmaktadır. Nitekim Bakara Suresi 47. Ayet şöyledir: “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.” (Mâturîdî, Te’vîlâtu’l-Kur’ân, IV/216, 217.) buyrulmaktadır.
Şefaatin Hak ve Sabit Olduğuyla ilgili Hadisler
İmam Mâturîdî, tefsirinde şefaatin hak ve sabit olduğuna dair birisi peygamberimizden diğeri de Hz. Ali (r.a.)’den olmak üzere iki rivayete yer vermektedir.
Bunlardan birisi “Şefaatim, ümmetimden büyük günahı olanlaradır” hadis-i şerifidir. (Ebû Dâvud es-Sicistânî, Süleyman b. el-Eş’ab, es-Sünen, İstanbul 1992, 20, 21; Tirmizî, Sünen, “Sıfâtü’l-Kıyâme”, 12, ancak bu rivayet, bu iki eserde de “nâletün” kelimesi olmaksızın rivayet edilmiştir.) Diğeri de şudur: İmam Maturidi’nin tefsirinde geçen bir kayıta göre Hz. Ali (r.a.), yaşlı bir kadının “Allah’ım beni Muhammed (a.s.)’ın şefaatine nail eyle” şeklinde dua ettiğini görür. Bunun üzerine Hz. Ali o kadına şöyle söyler: “Rasûlullah (s.a.v.)’in ümmetinden büyük günahı olanlara şefaat edeceği kesindir. Sen, Allah’ım beni cennette Muhammed (s.a.v)’in arkadaşlarından olmayı / Hz. Muhammed’e komşu olmayı nasip eyle” şeklinde dua edersen daha iyi olur, demiştir. (Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, XVII/21-22; III/186.)
Şefaate nail olacaklar ve şefaate nail olamayacaklar:
İmam Mâturîdî’ye göre Hz. Allah, putlara, müşriklere, kâfirlere ve münafıklara şefaat edilmesine asla izin vermeyecektir. Şayet onlara şefaat etmeye yeltenen olsa bile onların şefaati fayda vermeyecektir. Peygamberler, melekler, salih kişiler ve salih ameller, ahirette günahkâr müminlere Allah’ın izniyle şefaat edecektir. Ancak şefaatçiler peygamber de olsa, istediklerine şefaat edemeyecekler, sadece Allah’ın izin verdiği kimselere şefaat edeceklerdir. Yine mümin olan babalar ve anneler, Allah katındaki dereceleri nispetinde çocuklarına şefaat edecekler. Onların mümin çocukları da yine dereceleri nispetinde baba ve annelerine şefaat edeceklerdir. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ve diğer şefaatçilerin şefaati, herkesin layık olduğu konuma yani yaptığı iyiliklere göre olacaktır. Bununla birlikte, müminlerin bütün günahları şefaatçilerin şefaatiyle bağışlanacak diye bir garanti de yoktur.
Hz. Allah dilerse müminlerin dünyadayken yaptıkları iyi hallerini ve ahirette şefaatçilerin yalvarmalarını (şefaatlerini) göz önünde bulundurarak bazı müminlerin cehennem cezalarını hafifletebilir ya da dilerse tamamen bağışlayabilir. Sonra onları cehennemden çıkartıp cennetine koyabilir. Yine Hz. Allah dilerse cennetlik olanların cennetteki derecelerini, iyi halleri ve iyilerin duası sebebiyle yükseltebilir. Öyle anlaşılıyor ki mümin için aslında iki çeşit şefaat söz konusudur: Bunlardan birisi, müminin dünyada iken Allah için yaptığı iyilikleri / salih amelleridir. Diğeri ise Rasulullah (s.a.v.) başta olmak üzere peygamberlerin, meleklerin ve takva sahibi olan iyi kimselerin şefaatidir.
Ahmet SANDAL: Ahmet Hocam Muhterem Hemşehrim “çocukluğumuzdan beridir her ezan-ı Muhammedi’yi duyduğumuzda “Aziz Allah, şefaat ya Resulullah” diyoruz. Ne güzel bir söz değil mi? Elhamdülillah.
Prof. Dr. Ahmet AK: Ahmet Bey, yukarıdaki açıklamalardan tanındığı anlaşılmaktadır. Hatta ülkemizde ezân-ı Muhammedî okunurken, “Aziz Allah, şefaat ya Rasulallah” diye dua edilmesi, İmam Azam ve İmam Maturidi’nin şefaat anlayışının Türkiye’deki Müslümanlar üzerindeki bir yansıması olarak düşünülebilir.
Ahmet SANDAL: Bir de şunu sorayım, “şefaat bir hak olarak değerlendirilebilinir mi?” Sevgili Peygamber Efendimizin (asm) “’Ya Fatma kalk namaz kıl. Sakın babam Peygamber diye ihmal etme. Allah’ın rahmeti olmadan ben de bir şey yapamam” buyurduğu da bir gerçek iken “şefaat” hakkı konusunda ne söylenebilir?
Prof. Dr. Ahmet AK: Ahmet Bey, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) burada, “kızım Fatıma ben sana hiçbir şey yapamam” demiyor. “Allah’ın rahmeti olmadan hiçbir şey yapamam” diyor. Ahmet Bey, daha önce ifade ettiğim üzere İslam bir bütündür. İslam’ın en temel iki kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’in bütün ayetlerini ve peygamber efendimizin bütün sözlerini birlikte düşünüp değerlendirmek gerekir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) başka bir rivayetinde ashabına “Allah’ın rahmeti olmadıkça hiç kimse cennete giremeyecektir.” Buyurur. Onun bu sözü üzerine orada bulunan sahabe-i karam (r.a.) şaşırarak, “Sen de mi ya Rasülallah?” diye soruyorlar. Hz. Peygamber (s.a.v.) de, “Evet, cennete, ben de ancak Allah’ın rahmetiyle gireceğim” buyurmuştur. (Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, XIII/14.) Yine bu konuda İmam Maturidi, Peygamberimizin şu sözünü naklediyor: “Ey Muhammed’in kızı Fatıma, cehennemden kendini koru / kurtar! Ben sana fayda da zarar da veremem. Fakat sana acırım / Allah’ın rahmeti ile muamele etmesi için dua ederim ve sana üzülürüm.” İşte Ahmet Bey, Hz. Allah’ın rahmeti ile muamele etmesi için Peygamberimizin dua etmesi demek, tam da şefaat etmesi demektir. Nitekim daha önce şefaatin, birinin bağışlanması için Allah’a dua anlamına geldiğini belirtmiştik. Ayrıca buradan peygamberimizin affetme yetkisinin olmadığı gibi torpil ve iltimasın da söz konusu olmayacağı açıkça anlaşılmaktadır.
İmam Mâturîdî bu konuda şunlara da yer veriyor: Hz. Allah “Ey Muhammed! (Önce) En yakın akrabalarını uyar” (Şuara 26/214.) buyurunca, Hz. Peygamber (s.a.v.) Kureyş kabilesini toplamış ve onları; “Ey Kureyşliler! Ey Kusay oğulları! Ey Abdi Menaf oğulları! Ey Abdulmuttalibin oğulları! Kendinizi cehennemden koruyun, benim size faydam da zararım da olmaz” şeklinde uyarmıştır. Daha sonra Hz. Peygamber (s.a.v.), kızı Fatıma (r.anh.)’ı da hususi olarak yukarıda geçtiği gibi bir kez daha uyarmıştır. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v.), vefatından önce Ehl-i Beyti’ni toplamış ve onları bir kez daha şu şekilde uyarmıştır:
“Dikkat edin! Benim amelim bana aittir. Sizin ameliniz, size aittir. Dikkat edin! Ben Allah’tan sizin için bir şeye malik değilim. Yine dikkat edin! Sizin içinizden benim dostlarım, muttaki olanlarınızdır. Ben kıyamet günü muttaki olanlarınızı tanıyacağım. Bana dünyadayken itaat edenlerinizi tanıyacağım.” Ayrıca Mâturîdî’ye göre başta Hz. Fatıma olmak üzere Hz. Peygamberin yakınları rehavete kapılmış olabilirler. Ayrıca onların, itaat etmeseler de akrabalıkları sebebiyle kıyamette Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kendilerine şefaat edeceği için ceza görmeyeceklerini arzu etmeleri / zannetmeleri de mümkündür. Bu sebeple, Cenâb-ı Allah, Hz. Peygamber’in bu konuda şefaati istismar ederek aldanmamaları konusunda yakınlarını uyarmasını emretmiştir. Mâturîdî’ye göre kıyamet gününde Hz. Peygamber, İslam’a sadakatle bağlı olanların günahlarının affı için şefaat edecektir. Onun dinini kabul etmeyenlere ve onun çağrısına uymayanlara şefaat etmeyecektir. (Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, XI/256.) Zira nasıl olsa tövbe ederiz, Allah’ın rahmeti geniştir, günahımız bağışlanır düşüncesi ile günaha dalmak ne kadar yanlışsa; nasıl olsa peygamberimiz ya da bir başkası bize şefaat eder, günahımız bağışlanır demek de en az o kadar yanlıştır. Diğer taraftan şefaatle affedileceğini düşünerek günah işlemek, şefaati istismar etmek demektir ki, bunun tasvip edilecek bir tarafı yoktur.
Ahmet SANDAL: Muhterem Hocam Değerli Hemşehrim, “şefaat gibi çok tartışmalı bir konuda kafamda daha birçok çok soru var. Ancak Gazetede sayfa sınırını da düşünerek, uzatmayalım ve röportajı, bu hasbihali burada sonlandıralım. Tabi sizin bu noktada söyleyeceklerinize, dilek ve temennilerinize de yer vererek söyleşimizi bitirelim. Teşekkür ederim.
Prof. Dr. Ahmet AK: Asıl ben teşekkür ederim, Ahmet Sandal Bey, İslam bir bütündür. Onun için şefaat gibi inanç konuları İslam’ın bütünlüğü içerisinde ele alınmalı. Ehli Sünnet’e göre insanın “beyne’l havf ve’r-recâ” / korku ile ümit arasında olması gerekir. Yani bir mümin ne kadar iyi bir kimse olursa olsun, bütün insanların arasından bir kişi cehenneme gidecek denildiğinde; o kişinin acaba ben miyim diye endişelenmesi ve Allah’ın azabından korkması gerekir. Bu sebeple hatalarını azaltmaya ve daha güzel işler yapmaya çalışması lazımdır. Zira hatasız kul olmaz. Öte taraftan bir insan ne kadar günahkâr olursa olsun, bütün insanların arasından sadece bir kişi cennete girecek, denildiğinde, o kişinin de inşallah benim diye ümidini yitirmemesi, psikolojisini bozmaması gerekir. Zira Cenabı Allah, “De ki: “Ey kendi aleyhlerine olarak haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Allah (dilerse) bütün günahlarınızı bağışlar; doğrusu O, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir” (Zümer 39/53.) buyurmaktadır. Bununla beraber o kişinin bir gün Allah’ın huzuruna varacağını ve bütün yaptıklarından hesaba çekileceğini düşünmesi ve ayrıca Hz. Allah’ın “Ey Kulum! Hâlâ Allah’tan korkma zamanı gelmedi mi?” hitabına; geldi Ya Rabbi! Geldi Ya Rabbi! diyerek kendisine çeki düzen vermesi ve daha iyi bir insan olmaya çalışması icab eder.
Ahmet SANDAL: Değerli Ahmet Ak Hocam, bu ilmi ve isabetli anlatımlarınız için hassaten teşekkür ediyorum. Gerçekten de her daim gündemde olan ve güncel bir şekilde tartışılan bir hususta, şefaat konusunda çok net açıklamalarda bulundunuz. Benim de şefaat konusundaki inancım ve şahsi görüşüm de sizinle aynı doğrultudadır Sayın Ahmet Ak Hocam. Allah sizden razı olsun.
Pazarcık Havadis Gazetesi’nin Değerli Okuyucuları, Muhterem Hemşehrilerimiz bu köşede bundan önceki haftalarda, Yusuf Has Hacib, Platon, Nasreddin Hoca, Nurettin Topçu, Bediüzzaman Said Nursi, Ulu Hakan Abdülhamid Han, Mevlana, “Yedi Güzel Adam”, Hafız Ali Efendi ve Mimar Sinan, Şeyh Edebali ile Osman Gazi ve Prof. Dr. İsmail Güvenç, Geçmiş’ten Bugüne Pazarcıklı Şehidlerimiz ve Şair Fuzulî ile Prof. Dr. Şükrü Özğan anlatılmış ve tanıtılmıştı. Geçen hafta Ahmet AK Hocamız’ın söyleşisinin 1. kısmı yayınlandı. Bu hafta da 2. kısmı yayınlandı. Haydi hayırlısı.
Not: İslam’da şefaat konusunda daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler Prof. Dr. Ahmet AK Hocamızın 2017 yılında Ensar Neşriyat Yayınlarından çıkan “Hanefî – Maturîdî Âlimlerine Göre Şefaat Kitabı’na” müracaat edebilirler.
Ahmet SANDAL