LİSAN-ÜL EDEP

İnananlar içinde edepsizliğin yayılmasını arzu edenler var ya, onlar için dünyada da âhirette de korkunç bir azap vardır. Nur:19
Ruhi arayışın, özlemin bir getirisi olarak; Sıkılıyoruz. Çünkü sıkılmak ruhsal bir olay…
İnsanoğlu, kendi bedeni içerisinde, ruh gibi muhteşem ve gizemli bir varlığı barındırmasına rağmen; ne yazık ki, günümüzün sosyolojik bir ahlak vakası olan edep dilini, maalesef yıkımlara davetiye çıkaran bir problem olarak karşımıza çıkarmakta ve çıkarmaya da devam edecek gibi davranmakta…
Zehirleniyoruz lakin en büyük zehirlenmeyi gıda da değil de, edep olarak fikirde, zikirde ve yaşantımızda, düşüncede yaşıyoruz.
Sosyal her alanda; Siyasette, sanatta, ekonomide, edebiyatta… vs… hatta ikili ilişkilerimizde bile gayri ahlaki bir dili yaşamımızın bir parçası kıldık ta bununla övünür olduk. Halbuki çok iyi biliyorduk ki;
“Edep bir taç imiş Nur-u Hüda’dan.
Giy ol tacı, emin ol her beladan.”
Politikacılarımızın birbirlerine karşı kullandıkları edep dilini, ithamları görünce…
Sanatçılarımızın çevirdiği filmlerde sarf ettikleri argo ve küfürlü sözlere, seyircilerin karnı yırtılırcasına, kahkalarla gülmelerine bakınca…
Esnafımızın iki kuruşluk menfaat için uydurduğu ve süslediği yalanları duyunca…
Yazar ve şairlerimizin cinsel temalı ciltler dolusu edepsiz yazılarını okuyunca…
Eşlerin toplum önünde birbirlerine bağırtılarını, Küçük küçüklüğünü, Büyük büyüklüğünü bilmeden yapılan iğrenç saygısızlıkları, Üstün asta, astın üste had bilmez densizliğini yaşayınca…
Gördüm ki, duydum ki ve anladım ki…
Biz; Edebi edepsizlerden öğrenecek iken edepsiz olup çıkmışız’ da farkında bile değilmişiz ya da farkındayız da asıl aradığımız buymuş meğer…
Edep Ya..Hu.. demekten başka ne gelir elden!
Bizler, yaşadığımız zaman diliminden sorumluyuz. Yaşadığımız zaman diliminde yaşananlara müdahalelerimiz, öğretilerimiz ve örnekliklerimiz toplumun geleceğini belirleyen unsurlar olmalıdır. Biz toplum olarak, “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.” Tövbe:119 ayetince şahidi olduğumuz yanlışlara yanlış; doğrulara doğru demek zorundayız!
Bugüne kadar iğneyi kendimize, çuvaldızı hep başkalarına sapladık ama artık mantıklı düşünüp hareket etmemiz gerekmiyor mu?
Bilindiği üzere guguk kuşu, çoğu kuşun tersine yuvasını ağaçlara değil de duvarların kovuğuna kurarmış. Tabii olarak ta; kuşlar sıçacağı zaman yuvasının ucunda, yüzü yuvaya, kıçı dışarı bakar vaziyette tuvalet ihtiyacını giderirmiş. Fakat guguk kuşunun böyle bir şansı olmadığı için pisliğini yuvanın içerisine bırakırmış haliyle.
Bir zaman sonra yuva pislikten geçilmez olunca guguk kuşu sürekli olarak yuva değiştirir.
Bu durum yavru guguk kuşunun dikkatini çekmiş.
Anasına; “Ana demiş. Diğer kuşlar hiç yuva değiştirmez iken biz niye sürekli yer değiştiriyoruz?” diye merakından sormuş.
Anası: ” Yavrum demiş, bu kıç bizde olduktan sonra… biz daha çooook yuva değişiriz.” demiş.
Bizlerde bu lisan-ı edep ile nereye varırız! Bilemiyorum. Bu hal, hal değil. Bunu biliyorum.
Geçmişte ne olduğumuz, ne yaptığımız değil, bugün ne durumdayız? Ne yapılması gerektiğine ilişkin bir şeyler üretmeli, edep ve lisan olarak kendimizi yenilemeli ve kendimize bir çeki düzen vermeliyiz. Bugün, itiraf etmemiz gerekir ki, Ahlak, bilinç, kültür, içerik üretmiyoruz, edebiyat-sanat-felsefe, bilgelik ise hiç üretmiyoruz, bunun için de modern, seküler hayatın darbelerine maruz kalıyoruz, insanlığı etkileyecek tek bir cümle dahi kuramıyoruz.
Nasıl yaşamak istiyorsak,ona göre yaşamalıyız..
Ve yaşarken de gördüğümüz yanlışları dile getirip hatalarımızı düzeltebilmek için gayret etmeliyiz. Yoksa kendi hayatımızda yaşamadığımız ve icra etmediğimiz hayatı başkalarından beklememiz gülünç olur. Benden söylemesi…