İNSAN VE KAİNAT

Cenab-ı Hakk’ın iki büyük kitabı vardır. Biri Kuran-ı Kerim diğeri ise kainattır. Bu iki kitap, insanın maddi ve manevi yönlerinin terbiye ve ikamesi içindir. Kitabın ve peygamberlerin gönderilmesi, insanın kemale dogru istikamet alması ve kurtuluşuna hizmet etmesi içindir. Kainatı toparlanıp insan hacmine getirilirse insan olur. İnsan da kainat hacmine dönüştürülse kainat olur. İnsan, dürülmüş bir alemdir. İnsan tohumdur. Lakin içerisinde nice meyveler, nice çınarlar barındırır. Kücücük bir tohumun içerisinde ne kadar yaprak, ne kadar meyve vereceğine ve kaç yıl yaşayacağına kadar yazılmıştır. Evet insanın da içinde böyle bir yazılım vardır; insanı büyüttügümüzde kainata dönüşmesi bu misaldendir.

İnsan hep kendine yabancı kalmıştır. Ne zaman insan gözlerini dışarıdan içerisine dogru çevirmeye başladıysa yücelmeye ve ulvileşmeye başlamıştır. Ruhunun arınması ve kıristalleşmesi için mutlak manada insanın, ruhuyla mirac etmesi gerekmektedir. Bu mirac, ruhu refik-i alaya yaklaştırır ve rızay-ı marifet istikametinde meleküt aleminin nadide misafirlerinden kılar. Lakin itatten, marifet istikametinden aşagıların aşagısına, dalalet ve küfür bataklıgına batarsa o zaman kendi insani yönünü çürütmüş ve bir odundan farksız hale gelmiştir. İnsan, ruh ve akıl planında Kur’an buyruklarıyla melekleşen; şehvet planında iblisleşen farklı halleri olan bir yaratıktır. Ruhu, aklı ve kalbi Allahın buyruklarıyla, kemal ve cemal tecelisiyle bezendiğinde nurani bir cevhere bürünür. Ancak hevai nefse uyar da, onun peşinden giderse aşağılık elbisesini giyer de aşağıların aşağılarına düçar olur.

Dinimizce insan istikametini bozdugunda müşrik, münafık, cahil, kafir, fasık, zalim gibi sıfatları kuşanır. Kuran’ın belirledigi istikamet üzere olursa mümin, muttaki, müslim, salih gibi güzel sıfatları kuşanır. Her yaranın bir ilacı vardır. İnsan kalbinin hastalıklarının da ilacı yine insanın kendindedir. İnsan kula kul olmaz, yalnız ve yalnız Halık’a kul olur. Çünkü mahlukun hür olmak gibi bir lüksü yuktur. Çünkü “İnsanları ve cinleri yalnız bana kulluk etmeleri için yarattım.” diyen bir halıkımız var.

Tasavvuf büyüklerimizin insanı tarif ederken sarfettikleri şu sözlerine rastlıyoruz: İnsana dikkatlice bakıldıgında kainatın küçülmüş bir misali oldugunu görürüz. Allah’ın isim ve sıfatları kainata tecelli ederken aynı isim ve sıfatlar insanda da okunaklı bir şekilde tecelli ediyor. İnsan bu tecellileri ancak ruhunu kristalize ettiğinde ve ruhunu halıka yaklaştırdığında bunun farkına varır.

Ez cümle vahiy ve kadim gelenekler ve kazanımlar bizi bu istikamette yüceltir. Yoksa kendi hevai nefsimize uyarak arzu ve isteklerimizin istikametinde yaşantımızı ikame ettigimizde korku, yeis ve umutsuzluk çukurunda karanlıklar içerisinde yolumuzu bulmak gibi bir ihtimal ve olasılık olmasa gerek. Ancak böyle bir halde ya elimizden tutup vahyin istikametini gösterecek bir rehber veya bizi şiddetli bir sarsıntıyla sarsan bir kudret eli gerekmektedir. İşte insan budur; ya yükselir, meleklerden üstün olur veya alçalır, mahlukatın en sefili halini alır. Burada insanın kendi tercihi öne çıkar, neyi nasıl tercih edecegi kendi iradesiyledir. Ya nefs-i emarenin arzu ve istekleri peşinde koşar veya nebilerin yolunu takip eder. Kendini beşer sıfatından adem, adem sıfatındansa kul olma makamına yöneltir. Bu da tamamen insanın tercihiyle alakalı. Tercih ettigi istikamette ya rahmanın göndermiş oldugu vahiy ve peygamberlerin yol göstermesiyle istikametini takip eder -bu Allah’ın yardımıdır- veya arzu ve isteklerinin istikametinde devam eder -bu ise şeytanın yoludur. DİLEYEN İMAN EDER DİLEYEN İNKAR. Kula zorlama yoktur, başına gelecekler kendi elleriyle öne sürdügü şeylerdendir. ALLAH kuluna zulmetmez o RAHMAN VE RAHİM olandır.

Mehmet UNAY