HAKKI VE DOĞRUYU TEFEKKÜR VE ZİKİR
Bu sene çok şükür, Sahur’dan sonraki seher vaktinde zihnime ve yüreğime düşen mana yüklü fikirleri sizlerle paylaşıyorum. Paylaşmaya da devam ediyorum. İlk paylaşımım Sahur/Tefekkür serisi olarak Ramazan’ın 1-6. günleri, ikinci paylaşımım 7-17 günleri ve şimdi bu yazıda da, (Ramazan Ayı’nın 26. gününe eriştiğimiz bu günde de), 18-26. günlere ait Sahur/Tefekkürlerimi sizlere sunuyorum. Allah hakkı ve doğruyu tefekkürden ve zikretmekten ayırmasın. Amin.
SAHUR/TEFEKKÜR -18
Hz. Mevlana (ra) misali döne döne, yana yana, sabırla, aşkla, Allah yolunda yürümek gerektir. İnşaallah, bunu başaranlardan oluruz.
SAHUR/TEFEKKÜR -19
Dün iftardan önce, Çağlayancerit’ten gönderilen kirazları beklerken terminalde, bir Suriye’li Kardeşimiz bilet aldığı Adana seyahati ve gideceği Otobüs ile ilgili soru sordu. Yaşı 25 civarındaydı. Ne o Türkçe biliyor, ne de ben Arapça. “Do you speak English” diye sordum. İngilizce de bilmiyormuş. Gel de anlaşılabilirsen anlaş. “El kol hareketleri, kafa göz işaretleri” derken otobüsü hakkında bilgi verdim.
Oldu olacak biraz da sohbet edelim dedim. İyi ki Kur’an-ı Kerim’den dolayı bildiğimiz kelimeler var. Cümle cümle değil kelime kelime anlaştık. “Ahi” dedi Adana’daki kardeşini ziyarete gittiğini anladım. “Siyam” dedi oruçlu olduğunu anladım. “İyd” dedi Bayram’da tekrar Ankara’ya döneceğini anladım. Tabi el kol hareketleri ve kafa göz işaretleri yardımıyla birlikte.
Asıl anlatacağım bu değil tabi. O Suriyeli Kardeşimde imanın ve tevekkülün büyük yansımasını gördüm. Sözüne hep Allah’a teslimiyet ifade eden sözler ile başlıyordu.
Seyahat edeceği otobüsü geldi. Tam otobüse binerken birbirimize bir sarılmamız ve otobüsü hareket ettiğinde birbirimize bir el sallamamız vardı. Sanki 40 yıllık dost, ya da bir kardeş, ya da bir akraba gibi. Halbuki 30 dakika önce tanışmıştık. “İslam Kardeşliği” işte bu.
Muaz isimli o Kardeşimden Allah razı olsun.
SAHUR/TEFEKKÜR -20
Bizim kriter ve ölçümüz nedir? Yaşadığımız hayatı mı kriter alıyoruz, yaşanması gereken hayatı mı kriter alıyoruz.
Ya da soruyu başka türlü soralım. Akıp giden hayata karşı durumumuz nedir? Nehirdeki kütük gibi miyiz, yoksa sağlam bir kaya gibi miyiz?
Bulunduğumuz çağda yaşadığımız Dünya’da baskın olan ve büyük kitlenin peşinden gittiği bu süfli hayatı ktiter ve ölçü alırsak nehirdeki kütükten farkımız kalmaz. Bir o tarafa bir bu tarafa serseri bir kafa olarak sürüklenir gideriz. Ancak, ölçümüz ve kriterimiz bu hayatın baskın ve geçici kuralları değil de ebedi değişmez hakikatler ise, o takdirde nehirdeki bir sağlam kaya gibi dimdik dururuz. Su nasıl ki o sağlam kayaya çarpıp geçer, yalayıp geçerse, aynı onun gibi yaşanılan hayatın baskın ve geçici kuralları bize çarpar ve geri dönüp gider. Ya da yanımızdan akıp gider.
Biz nehirdeki kütük olmayalım, nehirdeki kaya gibi akıp giden fani hayata ve zamana karşı dik duralım.
Unutmayalım ki, “inandığın gibi yaşamazsan, yaşadığına inanırsın.” Kaya gibi dik durmazsan kütük gibi savrulursun.
Kütük olmak da, kaya olmak da sana bağlı,
tercih senin. Vesselam