GÜZEL DÜŞÜN, GÜZEL OLSUN

Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Şüphe yok ki sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır. İsra:53

Şu toplumun, özgürlüğe giden yolda gösterdiği çaba ve kahramanlığın bir dönüm noktası olan 15 Temmuz’a yaklaştığımız bugünlerde,

hala umudunu kaybetmemiş ve Rabbimizin “şeytanları inkârcıların üzerine salmışız da onları oynatıp kıvırttırıyorlar.” diye nitelendirdiği hainler; Sömürü imparatorluklarını kurabilmek için algılarla korku, kaos, kargaşa ve ölümlere davetiye çıkaran oyunlarına son bir çırpınışla devam etmektedirler. En son Sığınmacı muhacir kardeşlerimizden Suriyeli bir bacımızın, biri doğmamış iki çocuğunun ölümüyle sonuçlanan tecavüz vahşetinden anladık ki; bu fiili işleyen ve işleten zihniyetlerde bırakın Allah inancı maalesef insanlık bile kalmamış.

Biz bu hale nasıl geldik? İşte burada durup suçu Allah ve insan düşmanlarına yüklemekten çok, biraz düşünüp kendimizi bir muhasebe süzgecinden geçirmemiz gerekmiyor mu?

Unutmayalım ki; Mekkeli Müslümanları muhacir kabul eden Medine halkı, Muhacirlerden beklentiye girmeden, almadan istemeden vererek ensarlığını yaptı.

Ensar; almadan vermeyi kabul etmek demektir.

Karşı koyma olan sabrı miskinlik ve ses vermemek diye algılayan halk, kimden gelirse gelsin hakkı üstün tutma gayretinden vazgeçer Tanrılarına sığınırsa eğer o topluma artık azap hak olur.

Devlet iktidarlara, İktidarlar kurumlarına, Kurumlar yöneticilerine, Yöneticiler STK’lara, STK’lar topluma, Toplum ailelere, Aile Fertlerine

Ne verdi veya neler verebildi.

Ya da böyle bir dert ve gayeye düştü mü?

Doğru veya yanlış, Söylemler; yaşam, inanç ve felsefeye göre değişkenlik arz etse de her kesimin ve düşüncenin adil ve hümanist (İnsani) bir vizyonu, bir bakışı olmalı değil mi?

Kişilere Etnik, Coğrafi, Irki, Dinsel, Cinsel, Bölgesel kimlik ile değil, Hümanist (İnsani) kimlik ile bakıp adil olmak gerekmiyor muydu?

“O şeytan sizi kendi dostlarından korkutuyor, eğer inanmış iseniz, onlardan korkmayın, benden korkun” Al-i İmran 175

“Düşünüyorum. Öyleyse İnsanım” felsefi söylemi gereği: Korku imparatorluklarının hüküm sürdüğü zamanlarda bile hiçbir korku ve endişe taşımadan, geri adım atmadan doğruları haykırabilmek ve ayrılıkçı değil birleştirici bir bütünlük sağlamak insan olmanın getirdiği bir sorumluluk değil midir?

Yaşamın cilvesi bu değil midir? “Size bir yara dokunduysa benzer bir yara da mutlaka o topluma dokunmuştur. İşte biz günleri İnsanlar üzerinde böyle çevirip dururuz.”

İnanıyorum ki İnsana insanca bakan, Âdem’e değil adama değer veren, Vicdanı ile cesaretini ortaya koyup, doğruluğuyla düşmana bile güven veren adil bir düşünce ve kişilik; birilerini Hasım etse de toplumda mutlaka Hısımlık bulacaktır.

Tüm bu söylemleri Dil, Din, Cinsiyet, Mezhep, Irk taassubu taşımadan, kıvırmadan, yağ satmadan, yalan vaatler vermeden, Allah’tan başkasına boyun eğmeden yapmak gayreti taşımıyorsak eğer; “ Biz insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık.” ayetince ettiğimizi eninde sonunda göreceğiz. Allah kimseye zulmetmez. Unutmayalım ki; insan ancak kendine zulmeder. Nasıl mı: Yaptıklarıyla ve yapacaklarıyla…

Bu kadar düşmanlarımız varken, düşman çoğaltmayalım. Haydi… Tövbe edelim.