GENÇLER! BAŞARININ ÜÇ KURALI: BİLGİ, İLGİ VE SEVGİ
Bilindiği üzere yaklaşık 2 aydır Pazarcık Havadis Gazetesinde, “Başarmak İçin Başla” isimli kitabımı bölüm bölüm yayınlıyoruz. Bu hafta kitabımın 102. sayfasından 120. sayfasına kadar olan bölümlerde yer alan fikirlerimi sizlere takdim ediyorum. Başarmak İçin Başla isimli kitabım 6. kitabımdır. Bu kitabımda özellikle Gençlerimize tavsiye ve rehberlik mahiyetinde bilgi ve tecrübelerimi anlatıyor ve hayatta başarıya ulaşmak için gereken hususları anlatıyorum. Maksadımız başta Gençlerimiz olmak üzere tüm İnsanımıza yol göstermek ve yardımcı olmaktır. Haydi hayırlısı.
1-Bilgi Akışının Doğru Kurulması
Meşhur bir söz vardır. “Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince diğerleri de yanlış gider.”
Başlangıçlar doğru bir şekilde ve sağlam temeller üzerinde kurulmazsa, arkasından gelenler de yanlış devam eder. Bu nedenle bilgi akışında da doğru ve hızlı irtibat, güçlü ve sağlam bağlar önemlidir. Hangi işe başlarsanız başlayın, hangi konu üzerinde yoğunlaşırsanız yoğunlaşın “bilgi, ilgi ve sevgi yoldaşınız olsun.”Zaten bu üç husus, güçlü liderliğin ve başarının da en büyük anahtarıdır.
Bilgi akşının doğru kurulması güçlü liderliğin en başlangıç noktasıdır.
Bilgi akışından önce “bilgi nedir”, bunun üzerinde duralım.
Bilgi:
Türk Dil Kurumu Sözlüğünde “bilgi” şöyle tanımlanır: “İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, biliş, malumat.
İslam Ansiklopedisinde “bilgi” hakkında şu açıklamalara yer verilmiştir: Doğruluğu gerekli ve yeterli delillerle temellendirilmiş şuur muhtevaları.
İslâmî terminolojide genel olarak el-ilm ve el-ma‘rife terimleriyle ifade edilen bilgi daha ziyade bilen (özne) ile bilinen (nesne) arasındaki ilişki, yahut bilme eyleminin belli bir ifade şekline bürünmüş sonucu olarak anlaşılmıştır. Aynı şekilde sonuç olarak “bilinmiş” olduğu için bilginin mâlumat kelimesiyle de karşılandığı görülür. Bilenin, yöneldiği konuyu bütün yönleri ve alanlarıyla kuşatıp anlamasına ihata, onu tam olarak kavramasına vukuf, aynı konuda derinleşip uzmanlaşmasına da rüsuh denilmektedir. Bilgide kesinliği ifade etmek üzere kullanılan yakīn terimine karşılık zan, şek (şüphe-reyb), vehim gibi terimler de bilgide kesinliğe yaklaşılan veya uzaklaşılan durumları ifade etmek üzere kullanılır. Bilginin tam zıddı olan bilgisizlik ise cehl kelimesiyle ifade edilir.
Bilgi hususunda bu iki bakış açısının yanında, (yani, TDK Sözlüğü ile İslam Ansiklopedisindeki açıklamalarla birlikte) şu tanımlamayı geliştirmek mümkündür: “Bilgi, insanın dışarıdan ya da kendi içinden edindiği öğrenme, gözlem, tecrübe ya da içsel duyuşlarla kazanılmış bir duygu ya da düşüncedir.”
Bilgi bir şuurdur. Bilgi farklılıktır. Bilgi kuvvettir.
Bilgi Akışı:
Bilgi akışı, bilginin sürekli, sistemli ve belirli metotlar dahilinde alttan üste, üstten alta ya da aynı hiyerarşi içerisinde gönderilmesi ve alınmasıdır.
Bilgi akışında bu üç şekilde bir hareket vardır. Bunların üçü de başarılı bir iş gerçekleştirme ve hedefe varma bakımından büyük önem taşır.
Bilgi akışında en önemlisi astlardan üste doğru akan bilgilerdir. Astlardan üste doğru tam ve sağlıklı bilgi akışı olmazsa, bu bir işyerinin, bir yöneticinin başarısızlığını gündeme getirir. Çünkü, bilgi akışı vaktinde yerine ulaşmazsa, tedbir alınmaz. Tedbir alınmadığında da “iş işten çoktan geçer ve başarısızlık meydana gelir.”
Bilgi akışının doğru kurulması için en başta insan unsurunun eğitilmesi ve yetiştirilmesi, gereken teknoloji ve teçhizat ile donatılması ve sürekli kontrol edilmesi gerekir.
“Bir mıh bir nalı kurtarır. Bir nal bir atı, bir at bir komutanı, bir komutan bir orduyu, bir ordu bir ülkeyi kurtarır.”
Bu söz bilgi akışında en mühim bir yer tutar. Bilgi akışında ufak bir aksama bile bir sistemi, koca bir şirketi alt-üst edebilir. Bilgi akışında her şey mühimdir. Bilgi akışında mühim olmayan bir hususu yoktur. Zaten, mühim olmasa idi, bilgi akşında ona yer verilmezdi. Bilgi akışında giren her not, her evrak, her ileti, her mesaj dikkate alınmalıdır.
İşte bunu sağlayacak, yani büyük-küçük tüm bilgileri kapsayacak ve onu işleyecek bir bilgi akışı sistemi doğru ve kuvvetli bir sistemdir.
2-Veri ile Bilgi Arasındaki Fark
Veri ile bilgi birbirinden çok farklı iki kavramdır. Bu iki kavram bazen ya birbirine karıştırılır, ya da ikisinin de aynı hususu ifade ettiği sanılır.
İşlenmemiş ve ham olarak bir yerde bekleyen kayıt, isim, sayılar, şekiller ve benzeri şeyler veridir. Veriler işlenerek ve belirli bir biçimde analiz edilerek bilgiye dönüştürülür.
Veri ile bilgi arasındaki farkı somut örnekler yardımıyla şöyle açıklayabiliriz.
Bir insanın elinde ismini bilmediği bir cismin bulunması veridir. O cismin değerli bir maden (mesela yakut) olduğunu öğrenmesi bilgidir.
Veri ile bilgi arasındaki bağlantıyı şu şekilde birkaç madde ile özetlemek gerekirse;
a)Veri bilgiden bağımsızdır. Bilgi ise veriye bağımlıdır.
b)Veri belirsizdir. Bilgi ise belirlidir. .
c)Veri anlamsızdır. Bilginin ise bir anlamı vardır.
d)Veri girdidir. Bilgi ise çıktıdır.
Veri ile bilgi arasındaki bu bağlantılar yanında, öğrenmek ve idrak etmek arasında da bağlantı vardır.
3-Öğrenmek ve İdrak Etmek
İnsanlar veri ve bilgilerden hareketle birçok şeyi öğrenirler. Ancak her öğrenilen husus acaba hissediliyor mu? Daha açıkçası, her öğrenilen şey idrak edilmiş ya da farkına varılmış mıdır?
İsterseniz öğrenmek ve idrak etmek arasındaki farkı anlamdan önce, çocukluk yıllarımızdan itibaren kompozisyon hazırlama ödevi olarak okullarda sorulan ve insanları hissetmeye,
düşünmeye, bir konuyu içselleştirmeye ve idrak etmeye çağıran şu aşağıdaki soru üzerinde görüşlerimi açıklayayım.
Bakmak mı, Görmek mi?
Soru bu. Ve bu sorunun anlaşılması halinde, öğrenmek ve hissetmek (idrak etmek) arasındaki fark da zaten kendiliğinden anlaşılacaktır.
Bakmak bir tarafa, bir cihete doğru durmak ve gözümüzü o tarafa, o cihete doğru odaklamaktır. Bakmak bir şey üzerinde, bir cisim üzerinde hiç düşünmeden ve kafa yormadan ve gerekli değerlendirmelerde yalnızca gözlerimizi o cisme ve o şeye yöneltmektir. Bakmak, beraberinde hissetmeyi ve anlamayı getirmiyorsa, yalnızca bakmak olarak kalır. Halbuki görmek fark etmektir. Halbuki görmek, gözümüzle fark ettiğimiz şeyleri ve cisimleri anlamak ve içselleştirmektir. Bakmak beraberinde idraki ve hissetmeyi de getiriyorsa, işte bu takdirde görmek gerçekleşmiştir.
Bakmak yüzeyseldir, sathidir. Görmek ise deruni ve yürektendir.
İnsanların çoğu bakar, çok azı görür. Bakanlar anlamaz, görenler anlar.
Öğrenmek ve idrak etmek de aynen bakmak ve görmek gibi birbirinden oldukça farklı iki kavramdır.
Öğrenmek, aynen bakmak gibi sathidir, yüzeyseldir. İnsan baktığı şeyi öğrenir, ancak acaba idrak etmiş midir? Kişinin bir şeyi öğrenmesi, o şeyi idrak etmesi anlamına gelmez. Aynen bir kişinin bir şeye bakması, o şeyi görmesi manasına gelmediği gibi. Bir kişinin bir şeyi görmesi ve derununda bunu hissetmesi, onu idrak ettiğini gösterir.
Bu Dünyada bakmak değil görmek, öğrenmek değil hissetmek önemlidir.
En yüksek aşama idraktir. İnsanlar idrake ulaşmalıdır. Bu idrake kimileri çok erken yaşta ulaşır, kimileri de daha geç yaşta ulaşır. Kimileri de bu idrake ulaşamadan, bu Dünyadan çeker gider.
Bu noktada Necip Fazıl Üstadımızın şu şiiri oldukça manidardır.
“Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum.
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.”
Veriler ile, bilgiler ile, öğrenme ile meşgul olup da idrake ulaşamamışsa bir insan, hayatın maksadını ve yaratılış nedenini anlamadan ve bunu tefekkür etmeden “boş gelip boş gitmiştir.” Hayattan boş gidenlere de yazık diyorum, vah diyorum.
Üstad Necip Fazıl 30 yılın boş geçtiğini ifade ediyor, yukarıdaki iki mısrada. Ancak, 30 yaşından sonra idrake vardığını ve hayatı daha da mana ile yaşadığını ifade ediyor. Ne mutlu hayatın maksadını er yada geç idrak edenlere.
Bu nokta itibariyle “veri, bilgi, öğrenme ve idrak” dediğimiz hususlar hakkında şu söz ile sizleri düşünmeye çağırıyorum: “Önemli olan idrak etmektir. Hayvanlar da öğreniyor. İnsan öğrendiklerini idrak edemiyorsa hayvandan farksızdır.”
Evet, şimdi de iletişim üzerine fikirlerimi sunuyorum.
4-Doğru ve Etkili İletişim
Bilgi akışının sağlanmasından sonra, başarı için önemli bir husus da insanların çevresiyle doğru ve etkili iletişim kurmasıdır.
Doğru ve etkili iletişimden önce, iletişim nedir, onu açıklayalım.
İletişim, bir bilginin, bir duygunun, bir düşüncenin karşı tarafa aktarılmasıdır. İletişimde 3 öğe bulunur.
a)İletişimi başlatan gönderici. Buna kaynak da denilmektedir.
b)İletişimin mesajı. Buna ileti ya da gönderilen de denilmektedir.
c)Mesajın gönderildiği kişi. Buna alıcı da denilmektedir.
İletişimin kendisinden çok doğru ya da etkili olup olmadığı önemlidir. Çünkü insanlar olumlu ya da olumsuz her an ve her durumda birçok iletişim içerisinde olabilmektedir.
Doğru ve etkili iletişim denildiğinde şu hususlar akla gelmektedir:
a)Mesajın kendisi olumlu mudur? Mesaj açık ve net olduğunda ve fayda sağladığında olumludur.
b)Mesajın gönderildiği yer ya da mesajı gönderen doğru mudur? Mesajı gönderen bu hususta yetkili ve ehil midir? Mesaj doğru kişiye gönderilmiş midir? Bunlara “evet” cevabı verilmişse herhangi bir sorun yoktur.
c)Mesaj doğru yerde ve doğru vakitte mi gönderilmiştir? Yaptığınız işin iyi olması yetmez, aynı zamanda doğru olması da gerekir. Bir arkadaşınıza olan parasal bir borcunuzu (mesela, 3000 TL’yi) gece saat 03:00’te arkadaşınızın evine giderek ve onu yatağından uyandırarak teslim etmeye kalkmanız, iyi niyetle açıklanacak olsa da doğru bir hareket olarak görülemez. Öyleyse, iyilik yetmez, iyiliğin doğrulukla desteklenmesi gerekir. İyilik doğrulukla birlikte olursa, bu etkili ve yerinde bir iletişimdir.
d)İletişim için seçilen iş ve görev doğru mudur? Başarılı olması muhtemel bir iş ya da görev mi seçilmiştir? Yoksa gerçekleşme imkanı olmayan ve şartların oluşmadığı bir iş mi seçilmiştir? Bunların üzerinde etraflıca düşünülmeden gerçekleştirilen her iletişim “boşa kürek sallamadır.”
İletişimde Hassas Konular
a)İletişimde beden dilinin % 55, ses tonu ve kullanımının % 38 ve sözlerin ise % 7 yer kapladığını biliyor muydunuz?
İnsanlar bir yere ilk defa gittiklerinde ilk dikkat çekilen fiziki özellikleri ve kıyafetleridir. Daha sonra o kişinin bilgisi ve konuşmaları dikkat çeker.
Hangi sözü, nasıl ve ne şekilde kullandığınız çok önemlidir.
Müfettiş mesleğine başladığımda Üstadlarımdan duyduğum şu sözü hiç unutmam: “Müfettiş bir göreve, bir yere gittiğinde kılık kıyafeti ile karşılanır, bilgisi ve davranışıyla uğurlanır.”
Bu sözde iletişimle ilgili büyük bir hakikat vardır. Giyim kuşam ve kıyafetin güzelliği bir yere kadar sürer. Ondan sonra bilgi ve görgü önem kazanır.
Atalarımızın şu sözü de büyük bir hakikati ifade eder: “Yüzü güzel olandan usanılmış da, huyu güzel olandan usanılmamış.”
İletişim ve ilm-i siyaset
İlm-i siyaset, “neyi, nerede, nasıl ve ne şekilde söyleyeceğini bilmek ve söylerken incitmeden, doğru bir şekilde mesaj vermektir.”
İlm-i siyaset denilince anlatılan bir fıkra vardır. Önce onu kısaca belirteyim: “Vaktin birinde, bir köye genç bir hoca tayin oluyor. Köydeki eski ve yaşlı Hoca ile bir türlü yıldızları barışmaz ve anlaşamazlar. Her ikisi de cemaatin huzurunda birbirileriyle sataşıp dururlar. İlmi ve dini meselelerde anlaşamazlar. Genç Hoca A derse, yaşlı Hoca Z diyormuş.Yalan yanlış köy halkına bilgiler veren Hoca, köylüleri ayartıp genç Hoca’yı köyden kovdurtuyor. Genç Hoca, köyden giderken, bir Bilge Kişiye rastlıyor ve başına gelenleri anlatıyor. O Bilge Kişi, Genç Hoca’ya, “sen her şeyi öğrenmişsin de, “ilm-i siyaseti “öğrenmemişsin. Git,3 ay kadar da ilm-i siyaset dersi öğren ve bu köye ondan sonra gel” demiş. Genç Hoca, ilm-i siyaset öğrendikten sonra, yine aynı köye geliyor ve bir bakıyor ki, yaşlı Hoca camiin vaaz kürsüsünde yine yalan-yanlış konuşuyor. Genç Hoca, cemaatin huzurunda ayağa kalkarak gür sesle şöyle bağırıyor: “Ey cemaat ben yanılmışım, hatamı anladım ve bu Hoca’nın ne büyük bir Zat, ne büyük bir Evliya olduğunu öğrendim. Bu Hoca’nın sakalından bir tek kıl alan, Cennete gider.” Bu sözden sonra Hoca’nın yüzüne yapışarak sakalından ilk teli Genç Hoca koparıyor. Ondan sonra, tüm cemaat Hoca’ya saldırarak sakalından birer tel koparma yarışına giriyor. Hoca’nın yüzünde tek bir sakal kalmıyor ve her tarafı yara-nere içerisinde kalıyor. Yaşlı Hoca’nın yüzünün perişan halini gören, bizim Genç Hoca, Yaşlı Hoca’nın gözlerinin içine bakarak anlamlı bir şekilde sırıtıyor.
İşte ilm-i siyaset budur. Varacağınız yere, gideceğiniz hedefe, durumu ve konumu kontrol ederek ilerlemektir.
Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi “her söylediğin doğru olmalı, fakat her doğru her yerde söylenmez” diyor.
İlm-i siyaseti uygulama ve insanları incitmeden ikaz etme noktasında iz bırakmış Kahramanmaraşlı Sandal Hoca’dan da bu vesileyle söz etmek istiyorum. 1878-1962 yılları arasında yaşamış olan Hafız Osman Sandal, Babamın Amcası olup Medrese tahsilinden sonra Kahramanmaraş’ta müderris olarak göreve başlamış olsa da, Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda medreseler kapatıldığı için Çukuroba Camii İmamı olarak görev almıştır.
Sandal Hoca yalnızca bir imam değildir. İmam Hatip Lisesi’nde yönetici ve Hocadır. Zaten, Kahramanmaraş İmam-Hatip Lisesi’nin de kurucusudur. Belediye’de nikah memurudur. Bunlarla birlikte mezbaha’da hayvan kesimiyle ilgili olarak da kontrol görevlisidir. Sandal Hoca, sabah namazından itibaren tüm hayatın ve halkın içindedir. Sandal Hoca Kahramanmaraş’ta akil insan ve sözü sayılan ve değer verilen bir zattır.
Sandal Hoca Camiye bir iki hafta gelmediğini farkettiği bir kişinin evine gidiyor. “Oğlum hayırdır, namaz kılmayı mı bıraktın?” diye soruyor. O kişi “hayır Hocam namazları evimde kılıyorum” diye cevap verince, Sandal Hoca o kişiye diyor ki, “yarın kazma kürek al da camiye gel.” Adam “kazma kürekle ne yapacağız” diye sorunca Hoca “camiyi yıkacağız” diyor. “Hocam cami yıkılır mı” diye sorunca “cemaatsiz cami ne işe yarar, yıkın gitsin” diyerek anlamlı bir mesaj veriyor. O kişi o günden sonra vakit
namazları için tekrar camiye gelmeye başlıyor. Şimdi o kişiye Sandal Hoca, “neden camiye gelmiyorsun, ille de camiye namaz kılmaya geleceksin” de diyebilirdi. Ancak, doğrudan doğruya söylenen sözler muhatabın hoşuna gitmez. İlm-i siyasetle, dolaylı olarak söylenen sözler daha çok hoşa gider ve tesiri olur.
5- Doğru ve Etkili İletişim Üzerine Kur’an ve Hadislerden Örnekler
“İyilikle kötülük bir olmaz, Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde başından sav. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.”
(Fussilet Suresi, 34)
“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.”
(Al-i İmran, 159)
Ebü Müsa (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtü vesselâm) herhangi bir işi için bir adam gönderse şu tembihte bulunurdu: “Sevindirin, nefret ettirmeyin, kolaylaştırın, zorlaştırmayın.”
(Ebü Dâvud, Edep 20)
“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!”
(Müslim, îman 93-94)
“Lokman, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti. Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır. Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm. (Lokman, öğütlerine devamla şöyle demişti:) Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır. Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir. Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez. Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.
(Lokman Suresi, 13-19)
“Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi mümin kardeşine yapma!”
(Hadis-i Şerif)
Yukarıdaki ayetler ve hadislerde etkili iletişim açısından örnek alacağımız nice hakikatler var.
“Lokman’ın Oğluna hitap ederken kullandığı dile” ve “Yavrucuğum” hitabına bakın. “Annen ve Baban, Allah’a isyankâr olsalar dahi, bu Dünyada onlarla iyi geçinin” tavsiyesine bakın.
Lokman’ın diğer tavsiyelere bakın. Mesela, “küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme.
Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez. Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt” tavsiyelerine bakın.
Sevgili Peygamberimizin (asm) insanlara verdiği öğütlere bakın. Hepsi de sosyal hayatımızda bizlere gerekli olan ve doğru yerinde iletişim sağlayan hususlar.
Bunları öğrenmek ve daha da önemlisi idrak etmek gerektir.
Evet, bu hafta da Yüce Rabbim (cc) nasip eyledi ve sizlere fikirlerimi açıklama fırsatı buldum. O (cc) nasip ederse daha sizlere nice nice görüş ve düşüncelerimi açıklayacağım. Haftaya inşallah kaldığımız yerden, “Başarmak İçin Başla” isimli kitabımın 120. Sayfasından itibaren devam edeceğiz. Ya Fettah (cc), Ya Hak (cc), Ya Rab (cc) . Dilimizde ve yüreğimizde hep iyilik ve doğruluk olsun. Yolumuz ve bahtımız ak ve açık olsun. Amin.
Ahmet SANDAL